Yelda Zümre Baş yazdı.
1887’den beri suç, gizem ve gerilim dünyasının fenomen dedektifi Sherlock Holmes hakkında birçok şey yazıldı, çizildi. Ünlü dedektifin hikayesi “A Study in Scarlet’’ ile başladı. Sherlock Holmes karakterinin Edinburgh Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğretmen olan Dr. Joseph Bell’den esinlenildiği söylenir. Arthur Doyle Dr. Joseph Bell’le ilk tanıştığında 17 yaşındadır, Dr. Bell Doyle üzerinde silinmez bir etki bırakmıştır.

‘’Sırım gibi, karanlık bir adamdır. Keskin yüz hatlarına, delici bakışlı gri gözlere ve geniş omuzlara sahiptir. Odasında oturur, hastalar içeri girdiğinde daha ağızlarını açamadan teşhisi koyar. Geçmişleriyle ilgili detayları bir çırpıda sayıverir, neredeyse hiç yanıldığı olmamıştır.’’ Doyle, hayranlık duyduğu hocasını böyle tanımlar.
Bu cümleler Sherlock Holmes’un bir portresidir aslında. Vakalar üzerinde özenle çalışır, çıkarım yapma gücü dehasaldır. Çok okuyan, müzik konusunda yetenekli, en az iki Avrupa diline hâkim, kısacası oldukça donanımlı bir insandır. Zihinsel anlamda kendini zorlamaya ve parçaları birleştirmeye bayılır. Boş kalmaktan ve durgunluktan hoşlanmaz, sürekli bir uyarana ihtiyaç duyar. Kendini “oyalayacak’’ bir uğraş, çözümleyecek bir vaka bulamadığında depresif dönemler geçirmiştir. Ne kadar arkadaşı Dr. Watson ve yardımcısı Mrs. Hudson bu durumdan hoşnut olmasalar da üzerinde çalıştığı deneyler de düşünce dünyasını uyaran ve boşluğa düşmesini engelleyen uğraşlarından biridir.
Sherlock Holmes’u tanımlayan, hepimizin hafızalarına kazınmış ve onunla özdeşleşmiş birçok replik var kuşkusuz. Ama Holmes’un gizemli ve derin dünyasına kendini kaptırmış hemen hemen herkesin bildiği şu replik eminim sizlere de tanıdık gelecektir:
“ I’m not a psychopath, I’m a high functioning sociopath. Do your research.’’
Peki Sherlock Holmes gerçekten bir sosyopat mı yoksa bir sosyopattan çok daha fazlası mı? Bu cevaplanması zor soruyu bir nebze de olsa açıklığa kavuşturabilmek için sosyopati ve psikopati kavramlarını Doyle’un Sherlock’u ve çoğumuzun ünlü dedektifin dünyasına kapı araladığı BBC uyarlaması üzerinden ele almak gerekir.
Birçok insan sosyopati ve psikopati kavramlarını birbirinin yerine kullanabiliyor ancak bu iki kavram belli noktalarda kesişseler bile farklı anlamlara sahip. Sosyopati, literatürde antisosyal kişilik bozukluğu şeklinde geçen bir tanımlamanın yerine kullanılan bir gündelik dil ürünüyken psikopati belli kişilik özelliklerini kapsayan bir kavram. Antisosyal kişilik bozukluğu kişinin nasıl düşündüğünü, nasıl hissettiğini ve nasıl davrandığını etkileyen bir durumdur. Amerikan Psikiyatri Birliğine göre antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler diğer insanların haklarını görmezden gelme veya karşı koyma, dramatik, duygusal ve tahmin edilmesi güç tepkiler verme, yasalara uymama, dürtüsel davranma, insanları kandırmaya yatkınlık, agresif ve kolayca irrite olabilme, vicdani sorumluluk taşımama gibi davranışlar sergilerler. Antisosyal kişilik bozukluğu tanısı öncesinde kişilik gelişimin henüz tamamlanmamış olduğundan 18 yaş ve üstündeki bireylere konabilmektedir.
Psikopati literatürde yer bulmuş resmi bir tanı olmamakla beraber duygusal tepkilerde azalma, dürtüsellik, empati yoksunluğu ve antisosyal davranışlarda artış gibi parametreleri içerir. Bazı araştırmacılar psikopatinin antisosyal kişilik bozukluğunun daha ağır seyreden bir formu olduğunu ifade ederken psikopatinin ayrı bir durum olup bazı noktalarda antisosyal kişilik bozukluğuyla kesiştiği görüşünü savunanlar da bulunmaktadır. Kibirlilik, karizmatik bir havaya bürünme, suçluluk duygusu hissetmeme, sadece belli bir hedefe yönelik davranışlar sergileme, cezaya karşı duyarsızlık gibi davranışlar da psikopatiye işaret eder.
Sherlock Holmes seri boyunca antisosyal bir kişilik tipi sergiliyor. En çok güvendiği ve belki de en yakından bağ kurduğu Dr. Watson’a bile duygusal anlamda tepkiler vermiyor ve onun duygularını önemsemiyor. Çoğu zaman başkalarını kırdığının farkında değil. Hiçbir zaman havalı ve burnu büyük tavrından ödün vermezken onu herhangi bir romantik ilişki veya çekim içerisinde görmemiz de söz konusu değil. Her nasılsa tüm bu özelliklerine rağmen Watson ve hayranlarının ilgisini ve sevgisini kazanmayı başarıyor, bu da onu karizmatik bir psikopat yapıyor! Benedict Cumberbatch’in hayat verdiği BBC uyarlaması Sherlock Holmes’a baktığımızda Doyle’un orijinal karakterine nazaran daha insancıl tavırlar sergilediğini görmek mümkün. Ancak bu küçük dokunuşların karakteri seyircilerin nazarında sempatik ve sevilebilir bir hale getirmek için yapılmış olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Sherlock Holmes içinde sayısız unsuru barındıran, oldukça katmanlı ve derin bir karakter. Bu anlamda incelendiğinde Holmes’u tek bir kavram üzerinden açıklamak haksızlık olur. Karakterin motifi ve işlenişiyle özdeşleşen birçok hastalıktan bahsetmek mümkün. Sherlock Holmes ile ilgili yaptığım araştırmalar beni Holmes gibi çok yönlü bir karakteri sosyopati ve psikopati kavramlarının dışında daha farklı perspektiflerden ele alan ve onun kişiliğinin katmanlarını daha tatmin edici bir şekilde açıklayan çalışmaları da ele almaya itti. Bu noktada sizlere Holmes ile anılan diğer hastalıklardan da bahsetmek istiyorum.
Sherlock Holmes eşsiz düşünme ve çıkarım yetisi, ekstrem davranışları, tepkileri ve normalin oldukça üstünde bir zihinsel kapasiteyle tipik insanlar arasından kolaylıkla sıyrılıyor. Sahip olduğu bu özellikler birçok insanı onun nörolojik bir bozukluktan muzdarip olabileceği düşüncesine itiyor. Bunlardan ilki otizm başlığı altında incelenen Asperger sendromu. Otizm kendini bireyin duygularını, öz farkındalığını ve bilişsel süreçleri anlamasında fark edilebilir düzeyde bir zorlanmayla belli eder. Bizler “dilsel’’ düzlemde düşünürken otizmle yaşayan bireyler “görsel’’ bir düzlem üzerinde düşünür. Asperger sendromuna sahip bireyler detaylara aşırı önem verme eğilimindedirler. Çevrelerine göre akademik alanlarda daha başarılı olabilirler. İletişimde ve duyguları anlamada zorlanır, kendilerini sosyal anlamda izole ederler. Ayrıca yanlarında onlarla samimi paylaşımlarda bulunabilecek birileri olmasını isterler.
Holmes bir suç mahallini incelediğinde gördüğü her şeyi görsel olarak hatırlar ve olayı aklında tekrar canlandırır. Düşünceleri ve anıları adeta bir video kaydı gibidir. Görsel hafızasının yanında normal insanlara nazaran çok daha fazla bilgiyi aklında tutabilir, detaylara yoğunlaşabilir.

Inside the Mind of Sherlock Holmes kitabında Lynnette Porter, Holmes’un bir “mind palace’’ı olduğunu ifade eder. Holmes beyninin boş olduğunu ve bilgiyi depolamak için birçok odacığa sahip olduğunu düşünür.
Holmes’un Asperger sendromu olup olmadığı tartışmaya açık bir konudur. Holmes çevresindeki kişilerle samimi ilişkiler kurma ihtiyacı duymaz, diyalogları veya tarihleri hatırlamada zorluk çekmez, dil gelişimi noktasında herhangi bir aksama da göstermez. Bu yönüyle Asperger sendromundan ayrılır.
Bipolar bozukluk Sherlock Holmes’la anılan bir diğer nörolojik bozukluktur. Bireylerde manik ve depresif periyotlar şeklinde görülür, periyotlar bir hafta sürebileceği gibi bu süre altı aya kadar çıkabilir. Bireyler bu periyotlar boyunca normal zihinsel yapılarından farklı davranışlar sergiler. Highs olarak bilinen manik periyotlarda kişi ekstrem bir heyecan ve enerjiyle doludur, hiperaktiftir, hızlı konuşur, riskli kararlar alma eğilimindedir ve uykuya daha az ihtiyaç duyar. Lows olarak da adlandırılan depresif periyotlarda ise kişi üzüntülü, enerjisi düşük ve daha önce zevk aldığı aktivitelere karşı ilgisini kaybetmiş bir noktaya gelmiştir; karar alma, hatırlama ve konsantre olmada zorlanır.
Holmes, seri boyunca manik ve depresif periyotlar geçirir. Bir vaka üzerinde çalışırken anormal bir hızla konuşur, oldukça heyecanlanır. İpuçlarını keşfettikçe ve yapbozun parçalarını birleştirdikçe heyecanı daha da artar. Konuşması ve enerjisindeki bu artış manik periyotla paralellik gösterir. Watson’la ilk tanıştığında ona evinde yalnız, sessiz ve tükenmiş bir halde oturduğu haftalardan bahseder. Bu dönemler de depresif periyodun bir göstergesidir. Yine vaka üzerine düşünürken çevreden gelen uyaranlardan oldukça rahatsız olur ve yüksek tepkiler verir, vaka onu tatmin etmediğinde kaçış yollarından biri uykudur.
Ancak Holmes depresif bir ruh halinde olsa bile ilgisini en çok çeken aktivite, yani vakayı çözümleme isteğinden hiçbir şey kaybetmez, aksine başarılı olana kadar başka bir alana odaklanmayı reddeder.
Holmes’un bu özelliği bizi bipolar bozukluk üzerine yeniden düşünmeye iter.
Son olarak Savant sendromu üzerine yoğunlaştığımızda Sherlock Holmes’un neredeyse kusursuz düşünme sürecini anlamamızı mümkün kılan bir cevap olabileceğini görürüz. Savant sendromu, aralarında otizm spektrum bozuklukları olmak üzere ciddi zihinsel engelleri bulunan bireylerde, bu engel ile belirgin ve uyumsuz bir tezat oluşturan bir “deha adaları’’ olarak adlandırılan bir yeteneğin bulunduğu, nadir fakat olağanüstü bir durumdur. Savant sendromlu bireyler matematik, tarihler, müzik, sanat gibi spesifik konularda normalin çok üzerinde bir hafıza kapasitesine sahiptirler, olayları çok daha detaylı ve kapsamlı bir şekilde hatırlama yetileri bulunur. Ana semptomları arasında mutlak kulak ve sinestezi yer alır.

Mutlak kulak ya da mutlak perde yeteneği; duyulan bir notayı referans almadan, başka bir notayla karşılaştırmadan tanıyabilme yeteneğidir. Sinestezi ise Yunanca kökenli bir kelime olup birleşik duyu anlamına gelir. Sinestezik kişilerde herhangi bir duyunun uyarımı otomatik olarak başka bir duyu algısını tetiklemektedir.
Holmes Savant sendromunun birçok semptomunu göstermektedir. Kariyerinde oldukça başarılı bir dedektiftir, çözülmesi çok zor olan sayısız vakayı biz normal insanların hatırlamakta zorlanacağı tarihleri, tarihsel olgu ve olayları veya günlük yaşamında karşılaştığı ipuçlarını kolay bir şekilde hatırlayarak ve birleştirerek açıklığa kavuşturmuştur. Öte yandan Holmes’un mutlak kulak ya da sinestezik bir birey olduğuna dair bir kanıt da bulunmamaktadır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında Holmes ile ilgili varılabilecek en doğru yargı bence ne kadar iyi yazılmış, kurgulanmış ve anlatılmış bir karakter olduğudur. Polisiye edebiyatının vazgeçilmez dedektifi; okuduğunuzda ya da izlediğinizde sizi şaşırtan, heyecanlandıran kimi zaman kızdıran kimi zaman dehşete düşüren ama her seferinde sizi karizmasıyla etkisi altına alan ve üzerine düşünmeye iten bir karakterdir. Bir yandan zekasıyla, çıkarımlarıyla, hal ve tavırlarıyla bizlerden ne kadar “uzak’’ olduğunu düşünürken bir yandan da ona hayran olmaktan kendimizi alıkoyamayız. Karakterin katmanlarını tek tek açmaya başladığımızda ve bu sürükleyici serüvenin içinde kaybolduğumuzda onun derinliklerini keşfeder ve tıpkı bir satranç oyunu gibi hamlelerini izler, çıkarımlarda bulunmaya çalışırız. Bu serüven size hem bir okur veya seyirci olarak size zevk verir hem de bir zihin egzersizi misali zihninizi yorar ama diri tutar.
İşte ben bu yönleriyle Sherlock Holmes’un mutlaka okunması, izlenmesi ve üzerine düşünülmesi gereken bir figür olduğuna inanıyorum. En azından bir kere onun “mind palace’’ ında keyifli, gizemli ve bir o kadar da çekici bir gezintiye çıkmanızı, sınırlarınızı zorlamanızı tavsiye ediyorum. O zaman ne duruyoruz başlayalım,
“The game is afoot!’’
REFERANSLAR
Ryan M. (April,2018). The complicated mind of Sherlock Holmes. https://ecommons.udayton.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1212&context=lxl
Smith A. (July 6, 2021). What is the difference between sociopathy and psychopathy? https://www.medicalnewstoday.com/articles/psychopath-vs-sociopath
Lewis T. (January 8, 2016). Is Sherlock Holmes really a sociopath? https://www.businessinsider.com/is-sherlock-holmes-really-a-sociopath-2016-1
Sir Arthur Conan Doyle Literary Estate (b.t.). Sherlock Holmes https://www.arthurconandoyle.com/sherlockholmes.html
CREDITS
Görsel: Nıcholas Vrchotıcky
İllüstrasyon: tisserande