Çerçeveye Alınan Hayatların Öyküsü: İşe Yarar Bir Şey

Editörümüz Zehra Doğan yazdı.

Dikkat: Bu yazı filme dair sürprizbozan içerir.

Çok severim tren yolculuklarını, yolculukta edinilen arkadaşlıkları. Tren yolculukları başkadır çünkü; ne uçak yolculukları gibi soğuk ve aceleci ne otobüs yolculukları gibi klostrofobik ve hayatın fazla içindendir. Sakin sakin gidersiniz varmak istediğiniz yere. Bozkırların içinden geçer, hayatlara ortak olursunuz ama onlara dış pencereden baktığınızın da farkındasınızdır, fazla müdahil olamazsınız bu hayatlara.

İşe Yarar Bir Şey’de Pelin Esmer; alışkın olduğumuz belgesel-kurmaca sentezini şiirle harmanlıyor, bizi 104 dakikalık bir yolculuğa çıkarıyor. O kadar büyülü bir yolculuk ki bu, karşılaştığınız her manzarayı zihninize kaydetmek için gözünüzü kırpmıyorsunuz. Gerginlikten, heyecandan gözünü kırpmamaktan bahsetmiyorum; yönetmenin gözünden sunulan bir çerçeveyi bile kaçırmama isteğinden geliyor bu göz kırpmama. Oyun ve Gözetleme Kulesi’nden -Gözetleme Kulesi 2019 yapımı ama ben daha önce izlemiştim.- beri yönetmene duyduğumuz derin saygı bu filmle artıyor, tekrar sanatına hayran oluyoruz.

Oyuncu kadrosunu ise sanat filmlerine çok yakıştığını düşündüğümüz Başak Köklükaya, hem popüler hem bağımsız projelerde görmeye alışkın olduğumuz Öykü Karayel ve Yiğit Özşener üstleniyor. 2017 yılında 24. Adana Film Festivali’ne damga vuran bu film, Başak Köklükaya’ya En İyi Kadın Oyuncu ödülünü getirirken Barış Bıçakçı ve Pelin Esmer imzası taşıyan senaryo da ödülünü kapıyor bu festivalden.

25 yıl sonra lise arkadaşlarıyla buluşmaya giden şair Leyla (Başak Köklükaya) ile belki de hayatının dönüm noktası denebilecek bir görevi yapmaya giden hemşire Canan’ın (Öykü Karayel) yol arkadaşlığının öyküsünü anlatıyor film büyük kısmında. Leyla’nın sesi eşliğinde filme başlarken evlenme hazırlığında olan bir çifti görüyoruz. Sahneye giren Canan’ın ise eline bir çerçeve tutturuluveriyor genç çiftin fotoğraf çekimine yardım için. Heidegger felsefesine, çerçevelenen hayatlara göz kırparak başlayan bu filmde, babasının iş görüşmesine gittiğini düşündüğü kızını istasyonda gördüğü hanımefendi Leyla’ya emanet etmesiyle karakterlerin yolları kesişiyor.

“Şairler mesleğini söylemez.” mottosuyla ikinci mesleği olan avukatlığından bahseden Leyla ile aslında oyuncu olmak isteyen, oyunculuk okuluna gitmek için ise paraya ihtiyacı olan Canan on üç saatlik bir tren yolculuğuna başlıyor birlikte. Film ikilinin sohbeti sırasında bambaşka bir öyküye uzandırıyor bizleri, boynundan aşağısı felç olan ve yakın doktor arkadaşına sürekli ölmek istediğini söyleyen, “Beni öldür.” diyen bir hastaya: Yavuz. Genç bir hemşire olan ve Yavuz’un yakın arkadaşı doktor Hakan’la birlikte çalışan Canan, film boyunca yaşadığı ahlaki ikilemlerle, “Paraya ihtiyacım olmasa da bu görevi yapardım.” diyerek kabul ettiğini, kafasının çok karışık olduğunu iletiyor hem bize hem Leyla’ya. Üç insanın hayatını kesiştiren bu itirafla birlikte, Leyla da görevin bir parçası oluyor. Filmin devamında Yavuz’la tanışıyoruz, Yavuz’un Leyla’nın şiirlerine tutkun olan bir okur olmasıyla… Ve üst kattaki çellist komşuyla…

Film, ölümü öyle bir bakış açısından sunuyor ki size, ne ölmek isteyen Yavuz’a hak vermekten kendinizi alabiliyorsunuz ne öldürecek olan Canan’a. Bazense tam tersi ikisine de kızıyor, “Her şeye rağmen hayat çok güzel, ölmeye değer mi?” diye sinirleniveriyorsunuz Yavuz’a. Film de bize zaten ölümü haklı bulan veya bulmayan bir anlayıştan hiç seslenmiyor. Bunun tamamıyla Yavuz’un kararı olduğunu, istediğini yapma hakkının bulunduğunu bize çok güzel öğretiyor, tıpkı bir gün daha yaşamaya karar vermek gibi.

Mükemmel senaryosunun yanında sadece sinematografisi için bile izlemeniz gerek bu filmi. Görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki’yle birlikte özellikle yansımalar üzerinde çalışmak istediklerini belirten yönetmen, bizlere sunduğu yansıma çekimlerinde karakterlerin iç dünyasını müthiş yansıtmış: sık sık çevredeki yansımalardan etrafı tarayan, aynada kendine bakmaktan hiç çekinmeyen, kendine güvenen Leyla ve aynaya uzun süre bakmaktan,  kendiyle göz göze gelmekten, en çok kendiyle yüzleşmekten kaçınan Canan. Trenden uzanan dış çekimler, etrafını izleyen ve yorumlayan Leyla’nın düşünce dünyasına ulaşmamıza, gözlemci kimliğine erişmemizde çok yardımcı oluyor. 25. yıl yemeğindeki uzun ve kesintisiz çekim sahnesi ise her sinefilin hayran kalacağı, kusursuz bir hamle.

“Konusunu falan boşverin, vakit kaybetmeden açın hemen izleyin.” demişti takip ettiğim bir eleştirmen bu film için. Dediğini yaptım, işi gücü bırakıp hemen izledim bu filmi bu hafta sonu. Ben de sizlere benzer bir şeyi söylemek istiyorum, bence konusunu boş vermeyin ama açın hemen izleyin.

Not: Filmi @blutv’den izleyebilirsiniz. 

İyi Seyirler!

Yazar