Toplumsal bir adaletsizlikte birkaç ana taraf görebilmemiz mümkün.
İlk grup; ilk elden adaletsizlik dolayısıyla dezavantajlı duruma düşenler, sorunu yakından tecrübe edenler ve dolayısıyla sorunu adlandıranlar. Diğer mağdurlarla sorunu konuşanlar, kendi lügatlarında, kendi güvenli alanlarında konuşma cesareti bulanlar…
İkinci bir taraf; mağduriyete sebep olan, destek olan ya da en iyi ihtimalle ona gözlerini yumanlar. Ana akımı belirleyenler. Ana akımda konuşanlar, sahnelerde kendilerine alan açılanlar, karar mekanizmalarında yer kaplayanlar ve dolayısıyla bir döngü halinde adaletsizliğin hüküm sürmesine sebebiyet verenler. Bu tarafın dili ve gözleri, hepimizin ilk bilgisi, derslerin konusu, anayasanın maddesi, toplumsal işleyişin normali gibi temsil güçlerine sahip.
Aslında üçüncü bir grubun varlığı halen tartışma konusu ama her durumda arada kalmışlığı ve herhangi bir kısma sığamama durumunu göz önünde bulundurmayı sağlıklı bulduğumdan onları ortadakiler olarak görebiliriz. Bu grup çoğunlukla adaletsizlik söyleminin farkında olup bundan mağdur olsa da olmasa da soruna kendi kelimelerini yüklemeyen, sorunu ana akımın gözlerinden görme ayrıcalığı olan ya da sadece doğru karşılaşmaları, doğru diyalogları yaşamamış kişiler.
Bahsettiğimiz üzere sorun, kelimeleriyle tanımlanır. Mağdurların deneyimleriyle, adaletsizliğin günlük hayat tezahürleriyle sorunu önce anlatmaya çalışırız. Çözmek bir sonraki meseledir, çözüm önerilerini konuşacak bir dile ihtiyacımız var önce.
Adaletsizliğin biçimine bağlı olarak seslerin yükseldiği gruplar değişkenlik gösterir. Anlatımımız (narrative) bazen akademiktir, mahalle fısıltılarıdır, Arap alfabesidir, resmi evraklardır, Kürtçedir, bir renktir, çok renktir, bir fotoğraftır ve hislerin aktarıldığı tüm tuval biçimleridir.
Meselem(iz)in cinsiyetçilik olduğu bu günlerde, feminist anlatıda eksikliğini hissettiğim, derdimi anlatmama engel olan -ve aynı zamanda da derdimi anlatmamı sağlayan- kadın hareketi dilinden bahsetme ihtiyacı duyuyorum.
Mevcut feminist hareket Batı menşeli. Beyaz, Anglosakson, eğitimli, ayrıcalıklı güçlü kadınların konuşmaya başlamasıyla doğdu. Dolayısıyla İngilizce. Dolayısıyla bu yazıda çokça ecnebi kelime kullanacağım. Kadın hareketi eşit oy ve eşit temsil talepleriyle başladı, o kadarla kalmadığını söylemekten gurur duyuyorum.
O kadınlar seslerini duyurduğu için minnettarım.
Sonrasında akımın dünyaya nasıl yayıldığını burada anlatmayı kendime hak görmediğimden Josefine Donovan’ın Feminist Teori’sini (1) edinmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Neyin nasıl geliştiğini bilmenin, olayların nereye doğru evrileceğini tahmin etmek için önemli bir adım olduğunu düşünüyorum.
Gelelim mevzuya. Feminist söylem dedik, dert anlatmak dedik. Burada beni dilsiz hissettiren kısım, sorunları konuşmak için kullandığımız kelimelerin ve kavramların, bahsi geçen ikinci ve üçüncü gruplara -hatta çoğu zaman ilk gruba bile- yabancı olması. Konuyla ilgilenen birine, bana bir şekilde sorular yönelten birine tüm samimiyetimle cevap verebilmek istiyorum. Bir sıkıntım var neticede, konuşmamız lazım. Bildiğim bir şeyler var, çat pat konuştuğum bir dil var ama bu kuvvetle muhtemel karşımdakine yabancı bir feminist dil. Hatta karşımdakini kimi zaman savunmaya geçiren bir dil.
Burada düşmek istediğim not: Yalnızca kendinizi feminist olarak tanımladığınız için kimseyi eğitme sorumluluğuna sahip değilsiniz. Herkes kendini eğitme görevini taşır ve burada başvurulacak kişiler bunu profesyonel olarak yapanlardır. Kimseye bedava ders vermek zorunda değilsiniz ve bu hiçbirimizi kötü bir feminist yapmaz.
İşbu dili muhatabımın anlamayacağını bile bile kullanmak, kendimi anlatmaktan ziyade üstünlük taslamak şeklinde anlaşılabilir. Bunun için de dilim döndüğünce belli durumları açıklayıp sonrasında kavramlara değinmek, belki de hiç değinmeden olası reaksiyonları önlemeye çalışmak, şu an için kullandığım yöntem. Fakat burada muhtemel okur da mevcut adaletsizliklerin farkında olsa gerek ki bu kavramların bazılarına burada değinmeme gücenmeyecek, öğrenmeye ve duymaya açık bir konumda duracaktır. Senden bahsediyorum, evet.
Başlamadan önce ufak bir uyarı daha yapmalıyım: Herhangi bir konunun uzmanı, bilirkişisi değilim. Ben bir şeyler atıp tuttuğum bu konunun akademik eğitimine ve donanımına sahip değilim. Ben yalnızca cinsiyet eşitliği nihai hedefine tutkuyla bağlı, bununla ilgili söyleyecek sözü olanları pür dikkat dinleyen, sokakta sloganları bağırmayı da seven biriyim. Her fikri didiklemek, bildiğinle rahat etmemek, bilmemek ve hep öğrenmek…
Patriarka
En zor olandan başlayayım ki çabuk bitsin. Patriarka Türkçe’ye ataerki şeklinde güzelce çevrilebilir. “Baba yönetimi”, “Baba hakkı” anlamına gelip erkek egemenliği şeklinde de kullandığımız mesele patriarka. “Bu düzenin temelini erkeğin üstünlüğü fikri oluşturur; soy erkekler tarafından belirlenir, hakimiyet erkeklerindir.” (2)
Günümüz toplumunda aile kurumuna, meclislere, hükümetlere ve diğer bütün toplumsal birimlere kısa bir süre bakıldığında, ataerkil bir toplumda yaşadığımız gerçeği çok yorulmadan tespit edilebilir. Bunun kadınlar üzerindeki tezahürü “öteki” durumuna düşmek, erkeklere bakmak (care-giving), onların ilerlemelerini sağlamak, eğitimde, meslek hayatında ve hatta sağlıkta fırsat eşitsizliği, erkeklerle eşit maaş alamamak, eşit görünürlük ve temsil gücüne sahip olamamak şeklinde çoğaltılabilir.
Bazı anaerkil ya da cinsiyetin belirleyici rol oynamadığı toplumlar da tarihte bulunmakla beraber bunların sayısı bir elin parmaklarını geçmeyeceğinden, dünya tarihini erkek egemenliğinin şekillendirdiğini söyleyebiliriz.
Ataerkinin sorgulanması; kadınların güç eşitsizliğine itiraz etmesi ile başlamış, farklı bir toplumsal düzenin kurulabileceğine, kurulması gerektiğine olan inanç günbegün güçlenmiştir.
Ataerki, güce -evrimsel, bedensel kas gücüne- dayanan bir sistemdir. En temel anti-feminist argümanlardan biri olan biyolojik farklılıklar dolayısıyla erkeğin daha güçlü ve dolayısıyla daha “iyi” olduğu inanışının kökeni de burası. Günlük hayatın kurallarını; neyi iyi, doğru ve güzel olarak tanımladığımız belirler. Fiziksel gücü merkeze koyan ataerkide kadın ikinci cinstir. Bu sebeple kadın üzerinde tahakküm kurar. Güç ilişkilerini baz aldığından narsisttir, sınıfsal ayrıma ve köleliğe inanır, kapitalisttir (3), ırkçıdır, homofobiktir, militaristtir ve en önemlisi mizojiniktir.
Yani bildiğimiz kadın düşmanı.
Mizojini (Misogyny)
Mizojini, dünyanın en eğreti duran, en çirkin kelimesi. Türkçe karşılığı olan kadın düşmanlığı estetik olarak daha güzel görünmekle beraber anlam dünyasında tamamen aynı çirkin noktaya düşüyor. Yunanca kadın nefreti manasına gelen kelimemiz, aynı zamanda insanlığın en eski önyargılarından biri olarak tanımlanıyor.
Kadınlara uygulanan ayrımcılık kökenini mizojinik bir yerden, yani nefretten alıyor. Bununla beraber bazı kadınlarda da gördüğümüz kadın düşmanlığının, öğrenilmiş bir davranış biçimi olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Ataerkil toplum, bireye dünyaya giriş yaptıktan çıkana dek kadın düşmanlığını öğretir. Öğrenilen çoğu davranış oto pilotta tekrarlanır. Burada amaçlanan da bu öğrenilenleri geri-öğrenmek (unlearning).
Bonus kelime: içselleştirilmiş mizojini (internalized misogyny)
Bununla anlatılmaya çalışılan, cinsiyetinden bağımsız olarak kişinin kadınları potansiyel düşmanlar ve rakipler olarak görmesi. Davranışlarını şekillendiren faktörlerden biri olarak içsel kadın nefreti.
Erbilmişlik (Mansplaining)
“Bir erkeğin bir kadına, karşısındaki bir kadın olduğu için herhangi bir konuda ondan daha fazla bilgi sahibi olduğu ön kabulü ile küçümseyici veya büyüklük taslayan biçimde bir şeyler anlatması.”
Diğer mümkün Türkçe çeviriler: erkeklemek, açüklamak

Etrafınıza, aile ve arkadaş çevrenize bir miktar kulak kesildiğinizde bir meseleyle ilgili aslında çok da bilgisi olmamasına ve karşısındaki kişinin -kadının- konudaki yetkinliğini bilmemesine rağmen bir şeyleri hararetle anlatmaya çalışan bir takım erkekler göreceksiniz.
Mansplaining yapılabilecek mevzuların siyaset, spor, eğitim gibi erkek tekelindeki konuları içermesiyle beraber; kadın bedeni, kadın üreme sağlığı meselelerinde de erkeklerin seslerini yüksek tonlardan duymaya alışkınız. Bunun için yüzyıllar boyunca hiçbir eleştiriye tabi tutulmayan erkeklerin, bazı konularda karşılarındakinin de donanımlı olabileceği varsayımını kazanmalarının yüzyıllar sürmeyeceğini ümit ediyorum. Okuru bu noktada bir meseleye girişmeden önce muhatabını düşünmeye, konuyu konuşmak konusundaki istekliliğini, bilgisini ve rızasını ölçmeye davet etmeyi olası bir çözüm önerisi olarak sunuyorum.
Elif Tufan, Marmara Tıp'25
[…] Cinsiyet Eşitliği Sözlüğü […]
Yukarıda ecnebi kelimelerle açıklamaya çalıştığınız durumu ‘cinsiyet eşitliği’ falan çözemez. Bu durumu ancak eğitim,ahlak ve haya duygusu çözer. Sizler her konuda kadınlar ve erkekler eşittir deyin ama fıtrat değişmez.(Misal erkeklerin kadınlardan fiziksel güç olarak üstün olması, kadınların erkeklerden duygusal olarak daha hassas ve üstün olmaları gibi) Burada yanlış anlamayın ki erkekler kadınlardan daima üstündür. Bazı konularda kadınlar üstündür bazılarında erkekler. Bunları okurken biraz tansiyonunuz yükseldi farkındayım, onun için hemen güzel bir örnek veriyorum. Efendim,kadınlar çok güzel birer eğitmendirler. Dünyaya gözlerimizi onların kucağında açar hayat yoluna ilk adımlarımızı onların bize öğrettikleriyle atarız. Çok iyi birer tıp hekimidirler, elleri hafif diş tabipleridirler.Allah’ın cemal sıfatının yansıması olarak dünyanın en tatlı en güzel en sevimli varlıklarıdırlar.(Örnekler çoktur.) Bilmiyorum belki yukarıda saydığınız çirkin sıfatlara sahip insanlar benim çevremde olmadığı için tam kestiremiyorum durumu. Ama şunu kesin olarak biliyorum ki bir insana en iyi eğitimi de verseniz ahlakı yoksa, utanma duygusu yoksa ondan her şeyi beklersiniz.(ahlaksızlık babında) Bu durum söz konusu cinsiyet eşitliğinde de aynı. İnsanlar cezası olduğu halde insan öldürmeye, hırsızlık yapmaya devam ediyor.( Bırakın kanunları İlahi ceza karşısında böyle) Demek ki önemli olan insanlara eğitimlerini, ahlaklarını iyi verebilmekte…